• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Takvim
ANA SÜTÜNÜN HİKMETİ

Çanakkale, yüzyıllar boyu insanlık tarihinin en önemli harbe ve mücadelelere sahne olan Boğazlar bölgesinde, şirin ve güzel bir şehirdir. Ama bu şehrin yanında Gelibolu, her yönüyle yaşayan bir tarih, Türklerin Avrupa'ya geçmeleri ile süre gelen serhatların bahçesi ve de yurdumuzun her köşesinden, her Türk ailesinin atalarından bir veya birkaç erini gömdüğü şehitler beldesidir.

      Nasıl ki, Konya’nın Mevlana’sı, Ankara’nın Hacı Bayram Velisi, Bursa’nın Emir Sultanı varsa, Gelibolu’nun da böyle gönül sultanları vardır.

      İşte bu ululardan Mehmet ve Ahmet Bican kardeşlerden kısaca “Sevda Soframıza” bir ikramda bulunacağım:

      Cömert ol. Hasis olma. Cömert olursan EL GANİ esması seni zırh gibi içine alır... Aç kal haram katiyen yeme... Haramlar, helâller bellidir. Fakat bunların arasında çok şüpheli şeyler vardır. Asıl bunlara çok dikkat et... Yakın haramlar bellidir, anlaşılır. Uzak haramlar anlaşılmaz...

      Abdestsiz konuşma, yeme, içme. Besmelesiz hiç bir iş yapma... Bunları da aşikâre sakın vurma... Yaptığını Hak bilsin o kadar...

      Nerelere söz getirdik...

      Ahmet Bican Efendi henüz pek genç yaşlarda, bir gün öğle üstü eve geldi. Yemek yedi, odada öğle namazı kılıyordu.

      O sırada Ağabeyi Mehmet Efendi geldi, ana limana ineceğim bana bir parça bazlama ver hemen gideceğim dedi.

      Mehmet Efendi anasının pişirdiği ve yaptığı yemek ve ekmekten başka kimseden yemek yiyemezdi...

       -Ana Ahmet gelmedi mi? Ana:

        -Geldi oğul,  öğle namazını kılmamış onu kılıyor.

      Mehmet, odanın kapısını aralık ederek Ahmet’e baktı. Ahmet namaz kılıyordu... Mehmet kapıdan bakarken içini çekti      -Hay kardeş hay dedi ve güldü...

   Kapıyı çekti, anasının elini öperek bazlamayı aldı gitti...

   Mehmet gittikten sonra Ahmet Bican namazı bitirdi geldi. Anasının elini öptü gidiyordu. Birden döndü anasına sordu.    Kapıyı açan ağam mı idi dedi    Ana:

   -Evet, oğul Ağabeyin idi...

   -Niye güldü ağam benimle alay mı etti, öyle hissettim! .

   Ana:

   -Yok oğul... Ağan hiç seninle alay eder mi? O hiç kimse ile alay etmez. Bilmez bunu... Ben böyle şey sizlere öğretmedim.      -O halde!

   -Yavrum, seni namazda gördü. Kardeşin ne mertebelerde olduğunun farkında değil. Seninle birlikte namaz kılan melekleri gördü de ondan sevindi. Ve ondan dolayı güldü...

      -Peki, ana ben niçin görmüyorum ağam melekleri görüyor!

   Emine Hatun ağlar gibi içini çekti...

      -Oğul sende kabahat yok. Bende, kabahat bende...

        Ahmet Bican       -Niçin!

   Ana: “-Oğul, sen bir gün çok ağlıyordun, namaz abdestsiz mememden süt verdim de ondan... Beni bağışla oğul... Bunu sana söylemezdim. Hak ile aramda sır kalmıştı...

   Ananın gözleri doldu. Ben ne sana ne ağabeyine abdestsiz süt vermedim... Ben anamdan böyle gördüm. Sütün abdestle süslenmesi lâzımdır. Abdestsiz yemek pişirmedim dedi...

   Ahmet Bican kalktı anasının ellerine sarıldı. Hak senden razı olsun ana dedi. Oğlum bu benim vazifemdi. Analık kolay değil. Nur oğlum anladın mı? (HAK Cenneti anaların ayağının altına sermiş) Analar bu Hakkın verdiği kıymeti nasıl ödeyebilirler...

   Sütün musluğu memedir. Amma oğlum o çok uzak pınarlardan gelen Allah'ın büyük bir lütfüdür analara...

                                             VELİ OLMAK KOLAY DEĞİL

      Şibli isminde bir adam zamanın ulularından Cüneyd-i Bağdadi’ye (Asıl adı Ebul Kasım bin Muhammed) geldi ve onun müridi olmak istediğini söyledi. Şibli bir vilayetin valisi iken bu makamı sufi olmak için terk etmişti. Cüneyd’e dedi ki: “Sizi hikmet sahibi incilerin uzmanı olarak tavsiye ettiler. Bana da bir tane verin ve ya satın.” Cüneyd ona şöyle cevap verdi:” Satmak istesem, bunun bedelini karşılayamazsın. Bedava versem değerini anlayamazsın. İyisi mi benim gibi yap. Denize dal ve bir inci bulana kadar sudan başını

çıkarma.” O’da öyle yaptı ve zamanın ulularından oldu.

                                     İBADET NASIL YAPILIR

       Bir şeyh hastalıktan daha yeni kurtulmuştu. Kış mevsimiydi, bu nedenle onun hizmetinde bulunan müridi daima şeyhin sabah namazı abdesti için suyu ısıtmak üzere erkenden kalkardı, Bir sabah derviş uyandı ve üstadının çoktan uyanmış olduğunu gördü. Bir suibriğini kaptı ve sıkıca göğsüne bastırdı. Suyu dökmeye başladığı zaman, su şeyhin ellerini yaktı. Şaşıran şeyh sevgili müridine sordu; "Nerede kaynattın bunu?" Mürit cevap verdi: "Gönlümün ateşinde."

                          ÖNEMLİ OLAN İÇTEMİZLİKTİR

    Yolumuzun büyüklerinden biri olan Niyazı Mısrî (k.s.) Hazretleri, sıradan insanların anlayamayacağı ilâhi sırları; ilm-i ledün sırlarını Allah'ın inayetiyle nutk-u şeriflerinde (şiirlerinde) anlaşılır hâle getirir ve insanlara bu sırları ifşa ederdi. Bu yüzden çok büyük bir velîdir. Fakat bu yoldaki her velî dikenli yollarda yürür. Niyazi Mısrî Sultan da Rumların çok olduğu Çanakkale Boğazının karşısında bulunan Limni Adasına sürgün edildi. Padişah ona gayet kibar bir şekilde, "Allah da sen de bunları yapmam gerektiğini ve seni sürgüne gönderme gerektiğini biliyorsunuz" diye bir mektup yazmıştır. Bu son derece nazik bir dikendi.

   Niyazî Sultan Limni'ye bileklerinde ve ayaklarında prangalar olduğu hâlde gönderildi. Zindanda prangalara vurulmuş bir vaziyette vücudunu da elbiselerini de zahiri pisliklerden ve hastalıklardan koruyamadı ve öldü, aslında tabii ki ölmedi, "oldu". Ölen hayvan imiş, insanlar ölmezler; olurlar.

   Fıkha göre beden defnedilmeden önce yıkanır. Adadaki Müslümanları yıkayan Ortodoks gassal (ölü yıkayıcısı), Hz. Niyazi'nin bedenini yıkarken ona; "Şu hâline bir bak, cesedin nasıl bu kadar kirli olabiliyor, bir de sana evliya diyorlardı, hadi be!" dedi. Bunun üzerine Niyazî Sultan doğruldu ve "İçimizi temizlemekten dışımızı temizleyecek vakit bulamadık be hey kâfir" dedi. Gassal orada hemen bayıldı.

   Gördüğünüz gibi veliler asla ölmezler; göçerler, olurlar.

  
622 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi4
Bugün Toplam8
Toplam Ziyaret30028
Hava Durumu
Saat