• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Takvim
Şükrü Naili Paşa'nın Anlattıkları;

Seddulbahir Cephesi "Kanlı dere" sırtlarında idik. Düşman sabahın çok erken saatlerinde ileri hatlanmızı bombardımana başlamıştı. Çok zayiat verdigimiz görülünce yalnız dôrt manga kalan kuvvetimiz o siperlerde kalmasını, asıl kuvvetin geri çekilmesi emredilmişti. Altı saat súren aralıksız bir bombardimandan sonra, saat üçte düşman ateşini kesin-ce, ortalığı saran duman tabakası yavaş yavaş dağılıyordu ki, süngü takmış bir İngiliz taburunun, duvar halinde hücum ettiğini gördük.

   Siperlerimiz arasındaki mesafe altmış metre kadar bir şeydi. Biz zannediyorduk ki, saatlerce bombardıman ateşi altın­da kalan siperdeki o dört mangamız erimiş, bitmiştir.

   Gözlerimiz, birden hayretle açıldı. O siperlerimizden, yirmi iki süngü parlamıştı... Ve o yirmi iki Türk o gün tam bir taburla düşmanla süngüleşti.

   Tarassut mahallinde, yanımda bir Alman subayı vardı. Çenesi avuçlarının içinde, şaşkın, bana, Alman askerlerinin nasıl bildiğimi sordu. "Mazbut, muntazam iyi bir asker "cevabını veri­şim üzerine şahidi olduğu misli az görülen kahramanlık olayının azameti ile çarpan kalbini yumruğu ile bastırarak: "Hayır" dedi, "sizi temin ederim ki, bu şartlar altında Alman askeri değil altı saat, hatta yarım saat savaşamazdı. Türklerin cengâver olduk­larını çok işitmiştim. Fakat şimdi gördüğüm sahne, bütün söylenenlerin çok noksan olduğunu anlatıyor. Türk askerinin yaman bir kuvvet, harikulade bir yaratılışı olduğuna iman ettim."

   Öyle ise insan, Allah'ı nasıl bilecektir? Duyularla değil; çünkü Allah maddî değildir. Akılla da değil; çünkü o, tasavvur edilemez. Mantık hiçbir zaman sınırlı olanın (mahdut) ötesine geçemez; felsefe çift görür; kitaplardan elde edilen bilgi, kibri besleyerek Hakikat fikrini, boş sözler örtüsü ile karanlığa gömer. Celâleddîn Rûmî, kelâmcılara hitap ederek istih­fafla şunları sorar:

   "Sen hiç tabiatta karşılığı olmayan bir isim bilir misin?

   Hiç gül kopardın mı gül'den;

   Söyleyip O'nun adını arasan ya hakikatini!

   Ayı suda değil gökte ara sana!

   Dilersen yükselmeyi, yalnız isim ve harflerden,

   Bir hamlede azâd et kendini nefsinden.

   Bütün benlik sıfatlarından arın.”

   İnsanı manen mutluluğa kavuşturduğu -o ruh durumuna yükselenlerce- bilinen aşk alanında fikir çocuklarına sahip olmaktır.

   Çanakkale'de Her Türk ailesi bir ferdinin kanını akıtarak, bu zaferde pay sahibi olmuştur. Bu destanın en büyük ve önemli tarafı, arka arkaya kaybedilen savaşların, bozgunların tesiri ile sarsılan moral kuvvetimizin çok yükseltilmiş olması idi. Çanakkale, demir ve çeliğin insan gücünü ve cesaretini ye­nemeyeceğini ve vatan sevgisini öldüremeyeceğini, Türk'ü yıldıramayacağını bütün cihana ispat etmişti.

   Bu savaş, milletçe uyanışımızın gerçek başlangıcıydı. Türk'ün ruhunun derinliğinde yaşayan fedakârlık ve yiğitlik burada şahlanmıştı. Subay, yedek subay, tarihin enginlikle­rinden ruhlarını tutuşturan alevi erlerine aşılayabilmişlerdi.

   "Yaşları yirmi ile yirmi beş arasında altı arkadaştılar; va­tanın çağırdığı günde okullarını bırakıp subay adayı olmak için talimgâha koştular ve devreyi bitirip Çanakkale'ye geldi­ler... 10 Ağustos günü Koca Çimentepe karşısına 20 İngiliz zırhlısı geldi. Dakikada 1360 mermi püsküren 240 topunu saatlerce bu mevzie dikti. Topraklarının üzerinden güneşin hiç ekşitmediği İngiltere, gururlu ve inatçı hiddetine bu te­peyi hedef tutmuş, aralıksız ateş ve ölüm yağdırıyordu. Hü­cuma, savunmaya, korunmaya imkân vermeyen bu aman­sız şiddet önünde Türk'ün azmi ile insanın hayatını koruma duygusu birkaç dakika mücadele eder gibi oldu.

   Tepeye adım adım ilerlemekte olan düşmanı, her ne su­retle olursa olsun, eski mevzilerine atmak lâzımdı. Bir anlık tereddüt Türk'ün tarihî payitahtı İstanbul’u kaybettirebilirdi... Bölgenin komutanı en tehlikeli noktada bulunan alayın si­perlerine doğru ilerledi; hem rica, hem emreden bir sesle:

   "-Bu alayı oynatıp düşmanın üstüne atacak subay yok mu?" diye bağırdı...

   O altı genç bir akşam önce öğrenip ezberledikleri marşı söylemeye başladılar:

   "Anam beni yetiştirdi bu ellere yolladı;

   Al sancağı teslim etti Allah'a ısmarladı.

   Boş oturma çalış dedi hizmet eyle vatana,

   Sütüm sana helâl olmaz saldırmazsan düşmana..."

   Marşı bitirdikten sonra hep bir ağızdan:

   "Allahu Ekber Allahu Ekber La ilahe illâllahu vallahu Ekber" tekbirini söyleyerek, siperden fırladılar. Bu hareket erlerin de coşmaya hazır olan yaradılışlarındaki yiğitlik duygularını kabartmaya yetti. Bir biri arkasından saflar ileriye atıldılar ve o altı subay adayının mübarek vücutlarının -evet altısı da şehit olmuştu- üstünden atlayarak, düşmana saldırdılar, İngilizlerin eline geçen mevzileri geri aldılar.

   Tekbir, kalbi Allah'ı aramağa sevk eden ilahi bir bestenin lütfüdür. Onu dinleyenler Allah'a vasıl olurlar; hissiyle dinle­yenler ise hiçbir şey anlamazlar..

   Seracettin öğretmen, tanıklarından duyup, 1915 yılının Eylül ayında İstanbul Lisesi'nde ağlaya ağlaya anlattığı bu hamaset sahnesini devrin ateşli şair ve yazarı Süleyman Nazif'e de nakletmiş ve onun kaleminden Harp Mecmuası­nın ilk sayılarından birine geçmişti... Süleyman Nazif yazısını şöyle bitiriyordu;

   "Bu bahadır ve fazilet önünde idrakin, muhakemenin, hissin, hayalin titrediği andan beri, hiçbir şeyi imkânsız gö­remiyor, hiçbir iddiayı reddedemiyorum, yalanlayamıyorum. Katil insanlığın zekâsıyla binlerce yılda bulup geliştirdiği her saldırı silahının Çanakkale'de askerimizin göğüsleri üstünde kırıldığını görüp işittiğimden bu yana şuna inanıyorum:

   Türk milletinin bu altı güzide şehidi ile onlarla beraber ölen ve kalan arkadaşları, esatir tarihinden bugün canlı bir örnek vermişlerdi. Bunlar tek tek fedakârlar değildiler, ya­şattıkları da tek bir olay değildi.

   Ölüme karşı vakarlı bir alın ile gururlu bir göğüsten co­şan marşı ve tekbiri söyleyerek ilerlediler.

   Aziz Türk Milleti! Koca Çimen tepe'yi unutma, Koca Çi­men tepe'ye ömrün boyunca birkaç şükran ve kutlama haccı borcun olsun. Koca Çimen tepe'nin masum sessizliği o kahraman evlâtlarımız şehit düşerken haykırdıkları marşı, kulak­larınızda ve vicdanınızda duyacaksınız.

   Sizler bu satırları okurken;

-"Biz Koca Çimen tepe'nin ölümsüz bekçileriyiz", seslerini işitir gibi olursunuz..

   Gerçekten Çanakkale, millî uyanışa bir başlangıçtı; şair­ler haykırıyordu. MilIî şair Mehmet Emin Yurdakul:

   "Arıburnu, Seddülbahir, Bize, birer Plevne'dir Bundan son­ra Gelibolu, bize yeni bir hac yolu, Selâm sana şanlı ordu, Sen kurtardın aziz yurdu, "diye haykırıyordu.

   Bu savaş, biz Batı Türklerinin millî birliğine ilk temel taşı olmuştu. Çanakkale'de bol bol feda olan Türk kanı, Türk istiklâlinin ve Cumhuriyetinin harcına karışmıştı

   

  
596 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi11
Bugün Toplam22
Toplam Ziyaret30042
Hava Durumu
Saat