• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Takvim
ÇANAKKALE RUHU NEDİR?

                                ÇANAKKALE RUHU NEDİR?

Türk Milleti olarak biz, Malazgirt’ten bu yana tarihimizi çağlar açan, devirler kapayan dev olaylarla süslemiş bir milletiz. Destanlarla dolu olan tarihimizde, her destanı damarlarımızda mevcut asil kanımızla yazmış, onun taze ve sıcak gücüyle bütün dünya­ya bir millet olarak var olduğumuzu kabul ettirmişizdir.

   İşte bu destanlardan biri de Çanakkale'de yazılmıştır. Yedi düvele karşı, topra­ğının her zerresi kahraman askerlerimizin kanlarıyla sulanan Çanakkale, millet olarak kah­ramanlık ve cesaretimizin kutsal asil ruhlarıyla süslenmiştir.   

   Özellikle şunu ifade etmek isterim ki: Her şey ve herkes onca boş, şekilsiz, manası olmayan bir "şey"dir. İşte bu ferdi yaşayışımızın dışında, ondan ayrı, bir de toplum halinde yaşayışımız vardır, millet olu­şumuz vardır. Bu yaşayışımızın da, bir geçmişi vardır. Bu geçmişin içinde acı tatlı bir olaylar cereyan etmiştir. İşte bütün bunları hatırlatacak ve daima canlı tutacak, ferdi hafızadan ayrı bir hafızaya ihtiyaç, vardır. Bu hafıza da "Tarih’tir. Ancak “Tarih”i iledir ki bir millet, bir toplum, geçmiş hayatını bir bütün olarak kavrayabilir dostlarını ve düşmanlarını bilebilir. Kısaca, millî kişiliğini idrak edebilir. Bu idrak şuura daya­nan bir idraktir. Bu şuurlu idrak ona ayrı bir ruh kazandırır. Buna millî ruh diyoruz. Milli ruhtan, millî şuurdan mahrum olan milletler, toplumlar, bu ruhu, bu şuuru taşıyan milletler tarafından kısa zamanda eritilir, yok edilirler O halde, başka milletlerin içinde eriyip gitmemek için, gerçek manalarıyla gerçek zaferlerini tanıyalım ve gelecek nesillere tanıtalım ki, onlara lâyık olmak, yeni varlıklar ortaya koymak, yani hayat hak­kına sahip olabilmek haysiyetine erelim.

     Milli gurur dünün eseri, bu gurura lâyık olmak yarının teminatıdır. Bu teminata sahip olabilmek için de, o gururu nesiller boyunca bayrak gibi dalgalandırmak lâzımdır. Bu da, genç ruhları tarihin sihirli teknesinde yoğurmakla mümkündür.

   Türk tarihinde ”zafer abideleri“ başı bulutlara gömülü sıradağlar gibidir. Hep­si birbirinden yüce, hepsi birbirinden muhteşemdir! Haklı olarak bütün dünyanın hayran­lığını üzerinde toplayan ve bu oluşumlardan biri olan Çanakkale Destanını yazan kahraman Çanakkale şehitleridir. İşte bunlar ki bu büyük milletin kalbinde gömülüdürler! Ama insan, ge­lenek olarak, bir taşın yanında durmak ve sessizce huzurlarında bir iki dam­la gözyaşı akıtmak, bir Fatiha okumak istiyor. Ama hangi hendeğin dibindesiniz deyip! O kahramanın soyundan biri olarak "İşte dedemin mezarı! İşte Amcamın kabri Dayımın yat­tığı yer.” ifadesiyle; bir tümseğin tepesine dikilmiş bir taş parçasının üzerine kapanıp, o toprağı ağzında çiğneyerek öpmek istiyor, hıçkırmak istiyor!

   Elbette, yalnız mertçe ölmüş olanın değil, hem mertçe şehit olmuş, hem de bu sayede vatanını korumuş olan Mehmetçik... Biz bugün senin sayende "NE MUTLU TÜRKÜM" di­ye haykırıyoruz.

Ruhu Allah'ın himayesinde, bütün milleti nurlara boğan Mehmetçik. Elbette en mükemmel semboller onun olmuştur.

   Her ulusun tarihinde, değer verdiği büyük olaylar vardır. Bunlar o ulusa, ulus olmanın eşsiz gururunu verirler. Her millet, bu tarihi olaylar ile övünç duyar.

   Hepimizin hayatında temel unsurları teşkil eden hikmetleri bilmeden biz bu topraklarda mutlu olamayız.

   Bu savaşlar yokluğun varlıkla; yumruğun demirle, topla, tüfekle; imanın ihtirasla savaşıdır. Bu savaşlarda Türk insanı kutsal bildiği değerler uğruna ölüme koşmuştur. Bu kutsal topraklar baba ile evladın, üniversite öğrencisinin ve aydın kadrolarının canlarını seve seve feda ettiği yerdir. İşte Çanakkale’de bu asil RUH mevcuttur.

                                           ÇANAKKALE RUHU BİR SEVDADIR

                                                   BUYURUN AŞK SOFRASINA

       Aşkın mekanizması aynıdır, aşk aşktır. Aşk iki ayrı par­çanın birbirine doğru olan çekim kuvvetinin adıdır. Evrensel bir doğa kanunudur, insan icadı değildir. İnsan dünyaya gel­mezden evvel, en başında insanın içine yerleştirilmiş bir çe­kim kanunudur. Aşk, insanı diğer varlıklardan ayıran en te­mel özelliklerden birisidir. Aşkın sadece cinsel boyutu olma­dığı insan-hayvan ve insan-bitki arasındaki farktan anlaşılır. Hayvanlar âleminde ilişki vardır, ama aşk yoktur. Dolayısıyla burada aşk çok daha kapsayıcı ve çok daha farklı bir hususiyet arz eder. Bu açıdan bakıldığı zaman beşerî aşk ayrıdır, ilâhî aşk ayrıdır şeklinde bir ayrım söz konusu değildir, aşk aşktır. Onun için arifler bir insana âşık olmanın da bir yetenek olduğunu söy­lerler. Bir başkasına âşık olabilen insanda Allah 'a da âşık olabilme potansiyeli vardır. Meselâ bazı insanlar vardır, "Ben hiç kimseye âşık olmadım, ben sadece Allah'ımı seviyorum," der. Kulunu sevmeyen Allah'ını da sevemez. Mevlânâ der ki, aşkın objesi değişir sâdece.

   Leylâ'nın aşkından yanan Mecnûn her yerde Leylâ'nın adını zikir ede ede onu ararken, bir gün karşısına Leylâ gerçekten çıkıyor. Ama, Mecnun -Leylâ'da o kadar fani olmuştur ki- "Hayır! Sen Leylâ değil­sin" diyor. İşte buna Leylâ'dan Mevlâ'ya geçiş diyorlar. Ben birisine âşık olduysam, o ilâhî aşka giden yolda ilk adımdır. İlâhî aşkın başlangıcı, önce sevmeyi bilmektir. Allah'ı hiç görmedik ki nasıl seve­lim? Dolayısıyla bir bilinenle başlıyoruz önce, bilinen ise karşımız­daki cins. Sende olmayan özellikler onda, onda olmayanlar sen­de var. O sana karşı meyil duyuyor, sen de ona karşı meyil duyu­yorsun ve böylece elinde olmadan bir itim gücü seni arkandan itiyor. O da yaklaşıyor, ikinizde de var bu itim gücü, farkında olmadan yaklaşıyorsunuz. İşte bu itim gücü ilâhî kuvvet. Daha sonra tanışıyor, görüşüyor, ilerliyor aşk ilişkisi, sonra problemler baş göstermeye başlıyor, her aşk hikâyesinde olduğu gibi. Ne­den? Çünkü o yaratılmış bir varlık dolayısıyla sınırlı, mutlak ve mükemmel değil. Dolayısıyla verilen sözler tutulmuyor, anlaşmazlık­lar baş gösteriyor. Evlilikler aşkı öldürüyor. Öldürmesi de gereki­yor. Çünkü vuslat aşka karşıdır, aşk olabilmesi için hâlâ iki parçanın ayrı durması gerek, ayrılık

aşkı körükler, ama vuslata erdiğinizde onun adı aşk olmaz, marifet olur, bilgi düzeyine geçi­lir.

   Sevgilisinin sıfatları, kalbindeki aşkının sıfatlarıyla yer değiştirmesi olarak tarif edilir. Başka deyişle aşk, ferdî nef­sin fena bulmasını ifade eder. O, denetimi imkânsız bir cez­be, gönülden bir ibadet ve istekle aranması gereken ilâhî bir lütuftur. 'Semavî sırların usturlabı' olan aşk, bu isme lâyık olan her dini hatırlatır ve akla dayanan imanı değil doğrudan doğruya sezgiden doğan kuvvetli bir inancı birlik­te getirir. Bu deruni ışık, onun kendi kendisinin değildir. Onu gören gerçek ilme sahip olur. Hiçbir şey onun kesin bilgisini ne artırır ne de eksiltir. Bunun içindir ki inançsız bir toplumun aklî delillere, dış kuvvete, menfaate ve her türlü bencil heveslere dayanan bir imanın faydasızlığını ortaya koymaktan bıkıp usanmazlar. Şekil ve merasime dayanan yapmacık takvaları daha az kaba olmakla bera­ber, saika-ı ahret hayatında ebedî mutluluğu kazanmak ister.

   Yaşam belirtisinin kökeninde duygulanma; duygulanma­nın da temeli aşktır. Aşk ilim diliyle izah edilemez. "Aşkı anla­tabilmek için yeryüzünde var olan dillerden başka bir dil is­ter.

   Çanakkale Sofrasında Beşeri aşk yoktur. İlahi Sevda vardır!

  
1966 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi8
Bugün Toplam19
Toplam Ziyaret30039
Hava Durumu
Saat